

Kısım 3
Sinirli sinirli yazmaya başladığım hiçbir şeyi düzeltmediğim için sorun yaşar mıyım acaba? İnsan sinirliyken kırıcı olabilir. En son isteyeceğim şey kırıcı birine dönüşmek ve yanlış anlaşılmak. Neden yazıyorum sorusuna hiçbir zaman verecek bir cevabım olmadı. Yazmayı seviyorum. Anlamlı veya anlamsızca birçok kelimenin ard arda sıralanıp, bir şeyler ifade etmesi. En güzeli şu meşhur film ve dizilerdeki gibi beynimizde ki görüntü ve düşünceleri paylaşabilmek olurdu.
Zaten insanoğlunun yıllarca tek derdi anlaşılabilmek olmadı mı? Ortak zevklerin arayışında değil miyiz hep…! Şarkılar olsun, filmler… Kısacası sanat kültür ve mesleki olarak en iyi anlaşabileceğimiz ve en iyi anlayabileceğimiz kişi ile bir ömrü paylaşmanın derdindeyiz. En güzeli de o kişiyi bulunca başta değerini bilsek de, sonrasında illa ki kavgalar yaşamamız oluyor. Tamam kavgalar ilişkilerin tadı, tuzu, biberi ve olmazsa olmazları…
Maalesef unutmamamız gereken güzel bir kelam da var. ‘Her güzel şeyin bir sonu vardır.’ Güzel şeyler bitmek zorunda mı? Yoksa bir zaman sonra değerini mi unutuyoruz? Ya da alışkanlık haline geliyor ve tarafımızdan ister istemez önemsiz bir hal alıyor?… (Düzeltme yapıldı 07.04.2016)
Mesela evlenene kadar peşinden koştuğumuz hatun, sıfat değiştirip bir imza ile eşiniz haline geldiğinde neden hayat monoton hale geliyor. Meşhur soru evlilik aşkı neden öldürüyor ki? Yıllarca mutlu olduğunu iddaa eden evli çiftler sadece dışarıya caka satmak ve evliliğine bok sürdürmemek için mi böyle söylüyorlar yoksa kendilerini kandırmak için mi? Ya da içlerinde istisnai durumlar var mı? Gerçekten yıllarca birbirine aşık kalabilen çiftler…?
Geçmişte görücü usulü evlilik daha yaygın olduğu için zaten evliliğin ilk yılı flört sonrasında sevgi, saygı ve belki de aşk geldiği için mi eski usul evlilikler daha uzun sürüyor. Yoksa olay evlilik müessesine olan saygı mı veya çocuklar mı… (Düzeltme gerektiyor.)
Günümüzde insan analizi yapmadan duramaz bir hale gelmiş durumdayım ve herkesin böyle olduğunu düşünüyorum. Sonuçta iki birey birbirini başka türlü nasıl tanıyacak. Sohbet ederken karşısında oturan kişinin konuşmasından tutun da hoşunuza giden veya gitmeyen davranışların ve mimiklerin tamamı, o kişi hakkında kafamızda bir algı ve karakter oluşturuyor. Kısacası zaten yeni birini tanımak yeni bir analizdir. O yüzden kimse bana kalkıp, “sen durmadan insanları analiz ediyorsun” demesin. Bunu söyleyen kişi “-hey, bunu zaten sende yapıyorsun!” belki de yaptığı şeyin ne olduğunu tanımlamada sorun yaşıyorsundur.
Tanımak ve tanışmak kavramlarının hemen ardından gelen kavram ise; yargılamaktır. Aslında hepimizin bildiği ama genel bir yanlış algı varmış meğersem; bu yanlış algı da, bir insana başlangıçta %100 değer verip, sonrasında yaptığı davranışlara göre bu değeri aşağıya çekiyormuşuz. Bence tamamen saçmalık. Bir insanla tanıştığımda sıfır değer veririm ben, sonrasında benim için değer kazanır. Tam da bu cümleyi yazarken şöyle bir düşündüm de, yok aslında mantıklı olabilir. Değişik bir açıdan bakacak olursam tabi… Örneğin, yeni biriyle tanıştığım zaman, yanlış algılanmamak adına normalden daha iyi bir üslup sergilerim. Keza karşı tarafta aynısını uygular. İlk günden normal arkadaşlarıma davrandığım gibi, “-kanki naber?, nasıl gidiyor?” demem sonuçta. Aynı şekilde karşı tarafta böyle davranmaz. “Zamanla açılmak” dediğimiz kavram işlemeye başlamıştır.
“Zamanla açılmak…”
Değişik bir durumdur bu aslında. İşleyiş ve safhalar aşağı yukarı herkes için aynıdır. Aksi durumda toplumdan dışlanmış, bir birey veya deli olarak tanımlanabiliriz. Neden bahsediyorum? Bu kısmı biraz açsam iyi olacak… Yoksa tamamen anlaşılmaz bir paragraftan bir adım daha ileriye gidemeyeceğim.
Her tür insan ilişkisi emek ister. En yakın dostluklar, arkadaşlıklar veya büyük aşklar kendiliğinden, yoldan geçerken oluşmuyor. Bunun için öncelikle, tanışma yani bana göre şu meşhur analiz evresinin iki taraftan da tamamlanmış olması gerekiyor ki tanışma evresi geçerliliğini yitirmiş olmalı ve bir sonra ki evreye geçişi yapabilmeliyiz. Bu süreç zarfında karşılaştığımız kişinin hayatımıza ne gibi katkısı olabilir veya bizim ona ne gibi katkımız olabilir diye arkaplanda düşünüyoruz. Yani şimdi ağzını yayarak konuşan tipler “benim arkadaş networküm çok geniş” tarzı cümleleri zarfeden kişileri anlayıp, belli noktalarda hak vereyim. Tabi bunu bu tarz bir söylemle değil de, insan insana lazımdır şeklinde ifadelendirmek daha doğru olacak. Kendimi ele alacak olursam, yardım etmeyi seviyorum. Aman ne güzel. Peki çevreme ne konuda yardımcı olabilirim? Olaya onların gözünden bakacak olursak; Atilla’ya teknoloji hakkında birçok şeyi sorabiliriz. Tam olarak yardımcı olmasa da bizi yönlendirebilir. Bunu gün içerisinde sürekli yapıyoruz. Laptop parçası mı lazım felanca bilir. Edebiyat ile ilgili bir soru mu var kafamızda, -tamam! felan hoca vardı bizim. Ona bir soralım-. Bunun gibi bir sürü örnek… En bariz örneği ise, cep telefonu rehberlerimizde yer alan elektrikçi ahmet vs gibi kayıtlar bu gerçeğin kendisi… Önemli olan nokta ise bu analiz süresinde, o telefon rehberinde yer alan elektrikçi ahmet, her zaman elektrikçi ahmet olarak mı kalacak? Aradığımız zaman sadece “Ahmet Bey, benim felanca sorunum var” mı olacak, yoksa “Ahmet Abi, akşam maç var abi! Gel beraber izleyelim abi!” mi olacak. İşte bu çizgiler, bu kararlar… Özetle hayatımıza dahil ettiğimiz, aynı zamanda hayatına dahil olduğumuz insanların, bizim için ne ifade edecekleri ve tabi ki bizim onlar için ne ifade ediyor olacağımızın kararı çok ama çok önemli.
Eğer bu karar aceleye geldiyse, işte o zaman büyük bir sıkıntı başlamıştır anlamına geliyor. Herhangi bir iş arkadaşıma bir kere ‘abi’ diye hitap ettiysem o artık öyle kalır. Yeni yeni tanıdığım birine bir kere ‘kanka’ dediysem, o da artık ‘kankalık’ sıfatına terfi etmiş demektir. Bu karardan memnun değilsek, bu kararı geri almak pek keyif verici olmayacaktır. Sıkıcı bir konuşma ile bu durumun devam edemeyeceği ve kendimizce sebeplerini açıklamak gibi bir olayın içerisine girmiş oluyoruz, gereksiz yere. Özetle kendi ektiğimizi yine kendimiz biçiyoruz. Bütün bunlarda neyin nesi?