24 Kas 2011 - Günün İçinden    Yorum Yok

Gerçekler Ne Kadar Gerçek?

« »

             Gerçeklik kelimesini ele aldığımız takdirde insandan insana değişen yani, göreceli bir kavram olduğu herkes tarafından kabul görmüş bulunmaktadır. Bazı insanlar gerçeği söylemenin en doğrusu olduğu kabul edip, hayatlarını buna göre şekillendirirler. Sonuçta bu o kişiye doğru ve uygun gelse bile bir başkasına bu davranış tarzı uymayabilir. Bunun sebebi ise, her insanın kendine öz bir karaktere sahip olmasıdır. Bazı insanlar ise, yüzlerine bir maske takmış şekilde yaşamayı tercih ederler. Yani olmak isteyip de olamadıkları şekilde davranmaya kendilerini mecbur kılarlar. Sonuçta bu durumların hepsi kişinin kendi seçimleri ile meydana gelmekte.

             Herkes kendi seçimlerine yaparak hayatına yön vermek ister ve bunu uygulamayı başaran kesim ise şanslı kişilerden sayılabilir. Bu durumda ise bir soru ortaya çıkıyor… Neye ve kime göre şanslı…!

             Şans gelelim bu kelimenin hayatımızda ki niceliklerine… Şans gerçekte var mıdır? Yoksa yok mudur? Yaşamımızın içinde ağzımızdan dökülen her sözcüğün aslında bizim üzerinde ki etkilerini incelemeye kalkacak olursak, buna bir insanın ömrü asla yetmez…

             Üzerimizde oluşan etkiler ve kalbimizde bırakılan derin izler. Peki bu izler yok oluyor mu? Asla, yok olmuyor. Bunu karakterize eden bir hikâyeye değinmek ve sizlerle paylaşmak isterim…

             Zamanın birinde bir çocuk ve babası varmış. Çocuk çok yaramazlık yapan ve sürekli etrafına zarar veren bir kişiliğe sahipmiş. Bir gün çocuğun babası, oğluna seslenmiş ve yanına çağırmış. Oğlum, birinin canını sıktığın üzdüğün her gün şu görmüş olduğun tahtaya bir çivi çak demiş. Çocuk da bunu uygulamış. Gün gelmiş çocuk tahtaya çivi çakmaz olmuş ve babasına seslenip, baba artık ben kimseyi üzmüyorum ve tahtaya çivi çakmıyorum. Şimdi ne yapayım? Diye sormuş. Babası da oğluna, o zaman artık her iyilik yaptığın zaman tahtadan bir çivi sök demiş. Çocuk bunu da uygulamaya başlamış. Yine gün gelmiş ve çocuk babasına seslenmiş ve şöyle söylemiş, baba artık tahtada çivi kalmadı. Artık ben iyi bir insan oldum demiş. Babasına oğluna şu şekilde yanıt verdim. Güzel oğlum artık iyi bir insan oldun. Fakat şimdi o tahtaya bak, geçmişte yaptığın her kötülüğün izi bir insanın kalbinde kaldı ve asla silinmeyecek demiş.

             Bu hikâyeden ne anlamamız gerekli diye bir açıklama yapmayı düşünmüyorum. Çünkü hikâye gayet açık ve net bir şekilde kendini ifade ediyor. Özetle yaptığımız her davranışın izi elbet birisinde iz bırakıyor ve izler hiçbir zaman yok olmuyor.

             Geçmişten günümüze gelecek olursak, insanlar eskiden savaşlarda acımasızlardı. Artık günlük yaşamda acımasızca davranıyorlar. Herkes birbirinin sırtından geçinmenin derdinde… Sürekli mutlu olmaktan bıkan insanlar, başkalarının canını sıkarak kendilerine eğlence arıyorlar ve verdikleri zarardan da asla sorumlu olmuyorlar. Zevk için işkence diye bir kavram türedi günümüzde.

             Giderek her şey daha da kötü oluyor. Her gün…

             Çözüm mü ne? Hep yaptığımız bir şey günlük hayatımızın o kadar içinde ki kendimiz dahi fark etmiyoruz. Ne olduğunu mu merak ediyorsunuz. Tabi ki görmezden gelmek ve umursamazlık… Bakıyoruz fakat görmüyoruz. Duyuyoruz ama işitmiyoruz. Dinliyoruz ama anlamıyoruz.

             Hayatın anlamını bildiğini zanneden insanlarla birlikte arada kaynayıp, yok olup gidiyoruz. Sürekli bir yalan türetiyoruz, öyle ki çoğu zaman söylediğimiz yalanlara kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki, sanal gerçekliğimiz haline geliyor. Yalanlarla yaşamak yerine, kendi yalanlarımızın içinde kayboluyoruz âdete…

             Artık esen rüzgârı bile hissetmek zor gelmeye başladı. Hissizleşiyoruz, belki de duygusuzlaşıyoruz. Tüm bunların sebebi ise, içinde bulunduğumuz şartlara bağlamak. Körü körüne kendimize kocaman bir yalan söylemekten başka bir şey değil.

             Hayat şartları her ne olursa olsun, aldırış etmeden yaşayabilmeli insan, neden sorusunun cevabı da basit, kimseyi umursamadan yaşıyorsak. Buna niye aldırış edelim ki. Giderek kendisi ile çelişen satırlar ve cümleler yığını bu tertemiz sayfayı kirletmeye başladı. Aynı bizlerin bu dünyayı kirlettiği gibi… Giderek olumsuzluklara kulaç atmaya başladım. Umarım derin sularda boğulmam. Bir can simidi atan elbet çıkacak diye düşünüyorum. Fakat bir yandan ise, düşüncelerin ardı arkası kesilmiyor. Sürekli yazıyorum, anlamsızca ve birbirini yinelediğini düşündüğüm duygularla birlikte. Aynı sözcükler… Aynı klavyeler ve aynı insanlar…

             Çaresizlik içinde boğulanlara bir el uzatmayı denediniz mi hiç? Bazen hayatınıza renk katabiliyor. Bunun için renkli bir yaşam enerjisine sahip olmanız yeterli kimi zaman…

             Kimi zamansa, o kişiler sizi çekiyor. Kaba tabirle arızalı tip diye tabir ettiğimiz şahıslardan bazıları ansızın karşınıza çıkabilir. Hayata doğaçlama takılmayı denemek lazım. Sonraki perde de sözüm neydi diye sufle beklemek yerine. Olduğumuz gibi davranmak çok mu zor. Aslında hiç de değil… Kendi kendime sorup, kendi kendime cevap vermeye devam ediyorum. Belki de bir delilik noktasına ulaşmama az kaldı…

             Duygularımı ifade edemediğim gibi, kendimi de kontrol altına almak zorlaşıyor sanki. Kendinizi bulunduğunuz ortamdan soyutlamayı deneme çabaları nafile diyenlere aldanmamak lazım. Bisiklete binip, birde kulaklık takıp, sevdiğiniz müzikleri veya radyo kanalını dinlemeyi deneyebilirsiniz. Ya da kendinize bir hobi edinebilirsiniz. Fotoğraf çekebilir veyahut benim gibi boş boş yazabilirsiniz. Kimsenin sizi umursamadığını düşünebilirsiniz. Artık tüm sorunları çözmeyi denemek bir anda size ağır gelmeye başlayabilir. Bu gibi durumlarda en yakınlarınızdan destek almayı deneyebilirsiniz. Hiçbiri olmadı ise ve başarısızlık ile sonuçlandıysa, yalnız kalmayı deneyebilirsiniz… Kendinize izin verin, kimseyle ilgilenmeyin bir süre ve böylece hiç yapmadığınız bir şeyi yapmış olun. Kendinize zaman ayırmış olursunuz…

             Sonuç itibari ile derdi olmayan insan yok ve kendine dert edinmeyen insanda yok. Kiminin derdi oje renginin tonunun tutmamış olması, kimisinin derdi felçli veya sakat olması. İnsandan insana her şeyin değişebildiği gibi sorunlar da farklılık gösterebilmekte.

             Ne demişler? “Terzi kendi söküğünü dikemez.” sanırım şu an o konumdayım. Neyse birkaç saat sonra yanımda bir destek ekibi olacak diye düşünmekten kendimi alamıyorum. İnsanların sizi anlamadığı noktada, kaçmak çözüm olmuyor maalesef……..

 

17 Ağustos 2010 Salı  13:52

A. Atilla OKTAY

Bilgi İşlem Stajından bir gün…

« »

Sizde yorum yapabilirsiniz.